Diyarbakır’da 2019 yerel seçimlerinde yüzde 62 oyla Büyükşehir Belediyesi Eş Başkanı seçildikten sonra yerine kayyım atanan Selçuk Mızraklı, Kürt illerindeki belediyelere atanan kayyımların politikalarını değerlendirdi. Amacın sadece rant sağlamak olmadığını söyleyen Mızraklı, “Kayyımlar topluma, kültüre, kimliğe, inançlara, değerlere, hafızaya ve gelecek arayışlarına müdahalenin merkez garnizonudur” dedi.
‘BİR TÜR YENİ SÖMÜRGECİLİK REJİMİ’
Mezopotamya Ajansı’nın haberine göre, “belediyelere kayyım ya da halkın seçimle işbaşına getirdiği yöneticilerin yerine egemen idareci, memur atanmasına genelde askeri darbe dönemlerinde tanık olunduğunu” söyleyen Mızraklı, “kayyım uygulamasının Kürt coğrafyasında Cumhuriyet’in ilk çeyreğinde ve son 7 yılda görüldüğünü” ifade etti. Mızraklı, “Bu özel bir kamu idare rejiminin kanıtıdır ve ‘sözde vatandaşın iradesini’ tanımadığının işaretidir. Çünkü bütün seçimli sistemlerde, bütün seçilmişler meşruiyetlerini seçim sonuçlarından alırlar ki; mevcut Cumhurbaşkanı da öyledir. Ama 7 yıldır bir sistem ısrarla ve hukuksuzca sürdürülüyor ise, bu bölgede yeni özel bir rejim inşasını işaret eder. Bir tür yeni sömürgecilik rejimi diyebilirim” diye konuştu.
‘KAYYIM İÇİN ÖNCELİK MALİ RANT DEĞİLDİR’
Kayyım rejiminin önceliğinin mali rant olmadığını söyleyen Mızraklı, şöyle konuştu:
“Nitekim buna ihtiyaç duyacak olsa, bu yöntemi kaynak zengini birçok batı metropolleri için düşünürdü. Tatil beldelerinden, Antalya’dan İstanbul’a kadar birçok yer düşünüldüğünde, yüzlerce kat daha fazla mali rantlar üretme imkânı vardır. Amaç mali rant sağlamak değildir. Bu yeni idare rejiminin ilk işaret fişeği, 15 yıl önce Sur Belediyesi’ne kayyım tayini, ikinci işaret fişeği ise 30 Mart 2014 seçimlerinde 102 belediye partimizce alındığında Meclis başkanı ve siyasetçilerin seçim sonuçlarını yorumlama tarzlarında görülebilir. Iğdır seçimlerinde başarı elde ettiğimizde ki ‘Ermenistan sınırına dayandılar’ cümlesi ile Kürt illerinde kazanılan belediyelerin asimile etme, entegre etme politikalarını boşa çıkardıklarını iyi gördüler.
‘KAYYIM UYGULMASI YETERİNCE BİLİNCE ÇIKARILMADI’
Bunun üzerine yerel yönetimlerin öneminin farkına varıp, yerel yönetimlere daha fazla önem verdiler. Fakat kaybettikleri her il, ilçe veya beldeyi bir daha kazanamayacaklarını anlayınca böyle bir yola başvurdular. Yargılandığım süreçlerde de vurgulamıştım, ‘Çöktürme Planı’ plan hazırlıklarını hızlandıran ve çözüm sürecini rölantiye alan süreç, 2014 yerel seçim sonuçları ile başladı. Bütün bu süreçler Türkiye’de çok kullanılan ‘parti üstü’ bir anlayışla sürdürüldü. Aksi takdirde dokunulmazlıkların kaldırılması ve ilk dalga kayyım atamalarını anlamlandırmak mümkün olmazdı.
Güçlendirilmiş parlamenter demokrasi diyenlerin sinek siklet bir demokrasiyi bile düşünmedikleri, amiyane tabirle sadece kendilerine Müslüman, kendileri için demokrasi düşledikleri bu gelişmeler ve sonrası açığa çıktı zaten. Kayyım uygulaması siyasete, siyasetin dizaynının ve yerel demokrasiye etkileri nedeni ile rejimin en büyük saldırı biçimi olmasına karşın yeterince bilince çıkarılmadığını, boşa düşürülmediğini düşünüyorum. Aksi takdirde her gün, her hafta bezdirici demokratik itiraz yükselir, yılda bir kez hatırlatma, duyarlılaştırma babında etkinlikler olmamalı!
‘PARTİMİZ VE SİVİL DEMOKRATİK KURUMLAR KAYYIM DÜZENİNİ ZORA SOKAMADI’
Kayyımlık halk iradesine “rağmen” bir idari rejim olduğu gibi, aynı zamanda özel hukuk düzeninin de bir parçasıdır. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın montaj videosuna karşın herkesin tanık olduğu görüntülerle kayyım bakış açısı çırılçıplak ortaya çıktı. Faş edilen bu halleri bir miktar canlarını acıttı ama aynı zamanda da tekrar etme azimlerini biledi. Şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki bu dönemde halka ait varlıkların talanı ve kent yaşamına müdahale, geçen kayyım dönemini fersah fersah aşmıştır ama ne partimiz ne de sivil demokratik kurumlar ses getirecek düzeyde kesintisiz etkinliklerle kayyım düzenini zora sokamamışlardır.
Kayyımlar belediye hizmet üretimlerinin merkezi idare ehliyeti ile sürdürülmesinden çok topluma, kültüre, kimliğe, inançlara, değerlere, hafızaya ve gelecek arayışlarına müdahalenin merkez garnizonu durumuna gelmişlerdir. Sosyo-politik, psiko-politik, ekonomi-politik ve eko-politik, birçok kararlaşma, halka rağmen halka dönük uygulamanın laboratuvarı olarak işlev görmektedir. Tam da bunun karşısında sağlam, köklü bir duruş ve bu hedeflemeleri boşa düşürecek halkın demokratik, kararlı öz savunusuna fazlası ile ihtiyacımız var ve bunun örgütlenmesi önem kazanıyor.
KAYYIM POLİTİKASINA NASIL KARŞI ÇIKILABİLİR?
4 Kasım 2016’da, 19 Ağustos 2019’da demokratik siyasete ve halk iradesine darbe tarihleridir. Siyasetin dizaynı ve alınan son seçim sonuçları kadar sosyolojiye ve tarihe müdahaledir. Neleri kaybettirmek, neleri zayıflatmak, neleri değersizleştirmek ve çürütmek istediklerini iyi tahlil etmekle mükellefiz. Kaybettiklerimizi bulacağımızı yeri iyi bilmek zorundayız, yoksa yine kaybedebiliriz. Bunun bilinci ile kurumlarımıza, partimize ve geleceğimize sahip çıkmak, değerlerimizin, değerlilerimizin değerini bilmek durumundayız. Çünkü ‘sarı öküz’ metaforu bizim dışımızdakiler için olduğu kadar, bizler içinde geçerlidir, unutmayalım.
En az bizlerin üzerine yürüyenler kadar mahir, cesur, kararlı, dirençli, öngörülü ve organize olmalıyız. Kesinlikle yalnız kalmamalı, dayanışma boy vermeli, dost ve müttefiklerimizi çoğaltmalıyız. Bu perspektifle demokrasi talebi ve meşru demokratik mücadelenin bütün yöntemleri bu başlıkta dayanak noktamızdır. Bunun farkındalığı ile rakiplerimizin öncelikle psiko-sosyal ve psiko-politik etkilerini hafifletecek, kıracak örgütlülük, dayanışma ve bunun duyurusunu güçlendirecek araçlara ihtiyacımız var, çözmeliyiz. Kelebek etkisi kavramına aşinayız, o nedenle iddia ediyorum ki 4 Kasım’ı boşa çıkartsak, 19 Ağustos olmazdı. Aynı şekilde 19 Ağustos’u boşa çıkartsak, 14 Mayıs 2023’ün sonuçları böyle şekillenmezdi. Bunlar tarihin ironisi değil, tarihin dersleri olduğunu bilelim yeter ki.
‘HALKIMIZIN VE PARTİMİZİN SONUÇ ALICI ADIMLAR ATACAĞINA İNANIYORUZ’
Ferhat’ın sabrının da kararlılığının da arkasında yatan aşkıydı. Sevdamızla buluşmak için daha çok, daha samimi, daha verimli, daha etkili çalışmak, çoğalmak ve örgütlülüğü yetkinleştirmekle kazanabiliriz. Halkın içinden doğmuş, halktan beslenen bir parti olarak demokratik örgütlülük ve ilişkileri samimi olarak içselleştirmek, pratikleştirmek gerekiyor. Değerli insan Hrant Dink katledildiğinde yüzbinler ‘Hepimiz Hrant’ız, hepimiz Ermeniyiz’ diyerek, sadece katli lanetlememiş, kirli odakların edimlerine karşı bir vicdan, ahlak ve insani değerler dayanışması da göstermişti.
Bu meyanda nasıl ki Akbelen ile Cudi’nin derdi birse, kayyım rejiminin kötülüğüne ve irade gaspına karşı da milyonların ortaklaşmasını temin etmeliyiz. Kürt toplumu ekseriyetle ve demokratlar oy verirken, sadece bir irade beyanında bulunmaz. Oyumuz inanışımızın, düşünümüzün, değerlerimizin bileşimidir ve tarafımızı yalnız siyasi olarak ifade etmez aynı zamanda ahlaki olarak da bizler için onur meselesidir. Halkımızın ve partimizin sorumlu, güçlü ve sonuç alıcı adımlar atacağına inanıyor. Ben ve Selahattin Başkan (Selahattin Demirtaş) selam ve sevgilerimizi, kazanacağımıza olan inancımızı iletiyoruz.” (HABER MERKEZİ)